OA_C etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
OA_C etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Oca 2011

Dünya Döner {Bornova - İzmir}

2011 yılını İzmir'den bir mekanla açıyoruz sayın GittimYedim'ciler! Bugün sizlere anlatacağım mekana aslında birden çok defa giderek test etmiştik, son gidişimizde de fotoğrafları çekip yazıya hazırlanıyorduk ki mekanın ortaklarından Gürol Bey ile de tanışma fırsatını bulduk.
Yeni sayılabilecek bir mekan burası ama geçmişi çok eskilere dayanıyormuş. Yeni nesil, iyi eğitimli genç ortaklar, dedelerinden kalan bir geleneği sürdürüyorlar. Mekanın içerisine girdiğinizde günümüzdeki benzerlerinden de farklı tasarlanmış Dünya Döner, esprili ve iyi düşünülmüş bir proje gibi göründü gözümüze. Aslında çok işlek bir yerde, Bornova metro çıkışında konuşlanmış. Bu bir avantaj ama aynı zamanda da dezavantaj gibi gözüküyor; civarındaki pek çok mekan öğrenci bütçesine hitap ediyor, bu sebeple de bu kalitede bir mekanla karşılaşmayı pek beklemiyorsunuz. Bizim de bu yüzden keşfetmemiz zaman aldı; kulaktan duyma gittik, farklı zamanlarda çokça yedik..


Dönercide döner yenir ama bilen bilir kebap delisi olmadığım gibi öyle yağları ortasından sarkan pişmemiş bir dönere öğle tatilimi feda edemeyeceğimden, ilk denememi riske atmamak için açılışı bonfile kebap ile yapmıştım. Az yağlısından. Sonra ne mi oldu? Masada benden başka herkes döner yediğinden ben de yarımşardan beş yedim!!

Yani demek istediğim sayın seyirciler, yan tabaklardan "ama ben çakma gurmeyim tatmam lazım tamam mı" ısrarlarıyla aldığım dönerin yorumu: kesinlikle iyi pişmiş, yağı ağzına gelmeyen ama kokusu gelen, koyun-dana dengesi yerinde bir dönermiş. Ayrıca ışığa tuttuğunda arkasında olan biteni görebilme hadisesi döner için değil baklava için geçerlidir sayın dönerciler, döner dediğin işte burada olduğu gibi az kalın kesilmeli ki tadına varasın.


Eh dönerden bahsetmişken bonfileyi es geçmeyelim, ne yalan söyleyelim ben bunu yine de dönere tercih ederim. Tercih yapamayanlar "etibol" seçeneğini kullanabiliyorlar, %50 daha fazla et ve hem döner hem bonfile hem de köfte yiyebiliyorsunuz. Aşağıda pilav üstü bonfile seçeneğini görüyorsunuz.


Sanırım bu mekanın diğer dönercilerden en önemli farkı, menüsündeki çeşitlilik; her şey döner, bonfile ve köfte ile bunun çeşitli kombinasyonları aslında. Az miktar tavuk da var et yemeyenler için. Zengin bir salata barı da artısı. Tam tamına 41 çeşit yaratmışlar bu kombinasyonlarla.

Şimdi, yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz ayrana bir daha bakınız çünkü burada bir eleştiri geliyor, tamam ülkenin en kaliteli kutu ayranını -reklama girmesin dedim :)- veriyor olabilirsiniz ama bu bakır kapların içine şöyle güzel bir yayık ayran yakışırdı bence.

Bir diğer eleştirim de buradan tüm dönercilere gelsin, ben küçükken dönerin altında çok ince, süngersi, yumurtasız kare kare kesilmiş özel kendi pidesi olurdu.. Şimdi kolaya mı geliyor bilmiyorum, hepsinin altında kalın ve yumurtalı tırnak pide.. Ama bu pide olmuyor bence; bir kere sert, tereyağını emmiyor ve kalın olduğu için de etle lezzeti orantısız oluyor. Çok detaycıyım biliyorum ama birisi şu döner altı pide sorunsalıma çare olursa sevineceğim. Aksi halde ben pilav üstü yemeğe devam edeceğim.

Başta da söylemiştim, mekanın ortaklarından Gürol Bey'le tanıştık diye. Bir akşam kebap aşığı beyimle gitmiştik, sağolsun yemeğin sonuna doğru kendisi masamıza uğrayıp memnun kalıp kalmadığımızı sordu. Kendimizi tanıttığımızda da peynir tatlısı ikram etme jestinde bulundu. Limonlu hafif bir tatlı. Biz beğendik, et yemeğinin üzerine ağır gitmeyen, şuruplu bir tatlı olmuş.


Gelelim fiyatlara; tek döner 10.50, bonfile 14.50 etibol iskender 13.50.

Denemedim ama isteyen burada şıra da içebilir.

Tel: 232-339 06 86, ayrıca yemeksepeti üyesi.

Sonuç: GittimYedim, yine gider yerim.

28 Kas 2010

Carte D'or; İzmir'li Blog Yazarları Buluşması

Bugün sizlere bir mekandan değil bir etkinlikten söz etmek istiyoruz. Haliyle mekana da ilgi çekeceğiz çünkü çok güzel bir etkinliğe ev sahipliği yaptılar.

Bu pazar gittimyedim.com İzmir ekibi olarak Carte Dor marka müdürü Nihan Hanım'ın davetlisi olarak İzmir'li blog yazarları ile Asansör Restoran'daki kahvaltıda bir araya geldik. Nihan Hanım'ın davetiyesinde yazanlar oldukça ilginçti, "Bir zamanlar siz de mi karpuz kabuğu denize düşmeden veya 23 Nisan gelmeden dondurma yiyemeyenlerdendiniz? O günler neyse ki artık geride kaldı. Biz dondurmanın mevsim meselesi değil zevk meselesi olduğuna inanıyoruz"..

Bu cümleler beni çocukluğuma götürdü çünkü yaşı yetenler hatırlarlar, bakkallarda dolaplar içinde satılan dondurmalardan önce pastane yapımı dondurmalar vardı ve bunlar Nisan Mayıs gibi satılmaya başlardı. Tabi kışın gelişini haber veren ilk soğuk günden itibaren o dondurma makinelerinin üstü bir sonraki bahara kadar branda ile örtülürdü. Carte D'or, bu etkinlikte öncelikle dondurmanın evlerimizde her mevsim tüketebileceğimiz bir tatlı ve geleneksel tatlılarımızın yanında kullanabileceğimiz bir eşlikçi olduğunu belirtmek istemiş. Öyleyse sizlere benden bir tüyo, gerçi ramazan geçti ama geleneksel güllacın yanında Carte D'or Sakızlı Muhallebili'yi deneyin bir de ;)

Etkinliğin organizasyonunu Excel İletişim Danışmanlığı'ndan Aylin Hanım üstlenmişti, kendisini özellikle mekan seçimi için tebrik etmek isterim. Tüm ekibin ortak görüşü genelde akşam yemekleri için tercih edilen bu mekanın gündüz yapılacak bir etkinlik için mükemmel bir seçim olduğuydu. Açıkçası doğma büyüme İzmir'li olarak tarihi asansöre neden daha sık gelmediğimi sordum kendime..





Evet yediğimiz içtiğimiz sona kalsın bu sefer gördüklerimizi anlatalım. İzmir'li blog yazarlarının daha önce benzer etkinliklerde bir araya geldiklerini öğrendik.. Bu buluşmada tam 27 farklı blog yazarı vardı, sağolsunlar tüm katılımcıların ve bloglarının listesini dağıttılar.. Bu sayede artıkİzmirli blogları da takip edebileceğiz.

Etkinlik, süper bir kahvaltının ardından markanın tanıtımı ve dondurma sevenlerin sayfası dondurmalı blog http://www.dondurmaliblog.com/ tanıtımı ile devam etti, ardından hep birlikte fotoğraf çekildik ve dondurmalı pastaları tattık. Sunumda Türkiye'deki dondurma tüketiminin kişi başı yılda 2.8 litre olduğu ve Amerika'da (ve hatta İsveç'te) bunun dört katı olduğunu öğrendik. Türkiye'de bu kadar düşük olmasının başlıca sebeplerinden biri tabi ki bizim ülkemizde dondurmanın sadece yazın yenmesi imiş.


Asansör Restoran'daki kahvaltımız hem görsel hem de lezzet açısından tam bir şenlikti. Üzerine tatlı olarak dondurma yiyeceğimizi bildiğimizden kendimizi durdurmak zorunda kaldık. Özellikle kare tabaklarda servis yapılması masanın etkin kullanımı (!) ve tabi estetik açısından çok iyi düşünülmüş. Taze sıkılmış portakal suyu ve çay servisi ise oldukça hızlıydı. Özellikle çay tiryakisi blog yazarlarının tesadüfen bir araya geldiği masamız, mutfaktan en uzak noktada olmasına rağmen asla çaysız kalmadık.


Evdekileri de unutmayıp harika Carte Dor ürünlerinden oluşan bir paketi de yanımıza yolluk olarak verdiler, ayrıca hediye ettikleri shaker ile yapabileceğimiz ilginç tarifleri ekledikleri kutu çok sevimliydi. Bu etkinlik için emeği geçen herkese çok teşekkürler..


16 Kas 2010

Floryalı Et Restoran {Güzelbahçe - İzmir}

Çocukluğumun efsanelerinden biri olan "kendin pişir kendin ye" tarzı restoranlardan bahsederek Çeşme'den İzmir'e yol alırken, Güzelbahçe mevkisinde, karnımızın açlığı bizi Floryalı Restoran'a getirdi. Siz de muhtemelen öyle yapıyorsunuzdur, hani karnınız acıktıysa ve civardaki mekanlardan hiçbirini tanımıyorsanız en kalabalık olanına yönelirsiniz. Bizim de kurban bayramının ilk günü olmasına rağmen tıka basa dolu olan Floryalı ile tanışmamız bu şekilde oldu. Çok iyi bir seçim yaptığımızı içeriye bizi davet eden mangalda pişen et kokusunu duyduğumuzda anlamıştık bile.

Yerini nasıl anlatsam bilemedim, aslında bu tarz restoranların hepsi çocukluğumdan beri oldukları yerde duruyorlar. Yani aslen İzmirli olanlara kendin pişircilerin orası dediğimde anlayacaklar mutlaka. Yabancısı için de bu blog'da bahsi geçen Şirincan'ı baz alarak tarif edebilirim. İzmir'den Urla'ya giderken Şirincan'ı az geçin solda. Hah böyle!

Şimdi, gelelim mekana... Hava 20 derece civarındayken dışarıdaki masaların keyfini çıkarttık. Mangallar oldukça teknolojik, her mangalın kendi aspiratörü var ve koku olayı minimize edilmiş diyebilirim. Anladığım kadarıyla daha soğuk havalarda kış bahçesine çeviriyorlar.


Etleri ve mezeleri içeriden kendiniz seçiyorsunuz. Meze konusunda seçenekler oldukça geniş, biz patlıcanlı salata, turp otu, cibez ve antep ezmeyi denedik. Patlıcan salata mükemmel diyebilirim; otlar ve mezeler az yağlı geliyor, otun üzerine yarım kesilmiş limon koymuşlar, masada ise leziz sızma bir zeytinyağı duruyordu. Mezenin içinde tuz bile yok. Bunları kötülemek için değil memnuniyetimi belirtmek için yazıyorum. Bir kere mekanın konseptine uygun, hani bir yanda etler pişerken bir yanda salatanın sosunu hazırlıyorsunuz. Açıkçası pek çok yerde salatalar fazla yağlı ve tuzlu geliyor, içinde limon yerine sağlıksız limon suları oluyor vs. Burada en azından kendi damak zevkinize uygun bir şekilde mezeleri şekillendirebiliyorsunuz.


Etlerin çeşitliliği de oldukça fazla, kırmızı et ve tavuk çeşitlerinden istediğinizi seçip tarttırarak ödüyorsunuz. Mangal ve kömürler şirketten. Dana eti sevenler (ya da benim gibi kuzu yiyemeyenler) için tek kırmızı et seçeneği dana antrikot. Onun haricinde geri kalan her şey kuzu. Çeşit çeşit kuzu kıymasından köfte (inegöl, kasap, peynirli, sucuk köfte), pirzola, şiş, beyti ve sakatatlar ile beyaz etlerden tavuk kanat, but, incik vs pişmeyi bekliyordu. Bir de bıldırcın varmış.


Gelelim yediklerimiz üzerinden düşüncelerimize. Bir kere et hiç marine edilmemiş kesinlikle baharat ve tuz görmemiş olmasına rağmen hızlıca pişiyor ve oldukça taze olduğunu yerken anlıyorsunuz. Masada baharat var, köfte harici etleri biraz tuz ve kekikle tatlandırıp pişirebilirsiniz. Dana antrikot ince kesilmiş, muhtemelen de dövülmüş; marine edilmediği için iyi pişebilmesi için böyle yapılmış sanırım. Bu da bir yöntem, bence sonuç lezzetliyse olmuştur. İyi bir et mutlaka dışı çıtır içi az pişmiş sulu olmalıdır gibi bir takıntım yok. Buradan da gurmelere selam ederim :) Ha evde yapsam böyle yapmam o ayrı ;)


İçeceklere gelirsek; sanırım, buranın ana sponsoru Yeni Rakı. Masalarda rakı bardakları hazır bulunuyor ve masaya ekmekle beraber buz kovası geliyor. İçki fiyatlarını bilemeyeceğim ama kırmızı etin kilosu 45 TL, tavuğun kilosu ise 20 TL, biz iki kişi hafif içeceklerle ve gördüklerinizi yiyerek 55 TL'ye kalktık. Tabi işin içine alkol girerse hesap mutlaka artacaktır.


Kendin pişir kendin ye olayının raconu gereği bir kere ortamda en az bir kişinin kendini adaması ve sürekli etle meşgul olması gerekiyor. Böyle bir masa için bizim tespitimiz optimum kişi sayısının dört olduğu yönünde. Yoksa mangalcıbaşı cidden fazla mesai yapabilir:) Restoranın servisine gelince, eleman sayısı gayet yeterli dolayısıyla servisin hızı konusunda bir problem yok. Servis kalitesi çok iyi olmasa da çalışanlar oldukça güleryüzlü idi. Bu kadar kalabalık olmasından dolayı bir sonraki gelişimizi garantileyebilmek için sorduk. Haliyle haftasonu ve tatillerde rezervasyon gerekliymiş.

Rezervasyon için: 232-2340075

Afiyet olsun

12 May 2010

Ezogelin {İsmetpaşa Cd. - Uşak}

İlk defa İzmir dışında bir şehirden, eşimin memleketi olması sebebiyle sık sık gittiğimiz Uşak'tan karşınızdayım sevgili lezzet severler. Her gelişimizde uğramayı adet edindiğimiz mekan olan Ezogelin'i buranın yerlisi olan kime sorsanız tarif eder size. Hani bilirsiniz nüfusu fazla olmayan şehirlerin ortak özelliği olan bir 'mecburiyet caddesi' vardır. Tatil günleri gençlerin uğrak yeridir, bir solukta boylu boyunca yürünmesi durumunda her adımda bir tanıdığa rastlanması olmazsa olmazıdır. İşte Uşak ili mecburiyet caddesi olan İsmetpaşa caddesinin sonunda, Belediye'nin arkasında diye tarif edebileceğimiz bir yerde bu Ezogelin. Ayrıntılı bilgi için www.ezogelin.com
Yanlız bu kadar popüler bir mekanın Öz Ezogelin'leri, Ultra Ezogelin'leri de türememiş değil ama lütfen itinayla tarif ettiğim yeri arayınız, çünkü başka yerde şubemiz yoktur diyorlar kendileri. Sloganları da 'Ezogelin bize gelin' :)
















Aslında kebap insanı değilim ama gel gör ki bu mekanda zevkler ve renkler birbirine girebiliyor. Öncelikle iki katlı kısmın üst katını fotoğrafladım sizin için, tipik bir kebapçı atmosferi, Türk motifleriyle süslü, açık mutfak ve hayli temiz.















Şimdi asıl bomba geliyor, aşağıdaki fotoğraflarda gördüklerimiz 'ikram' efendim. Burada yemeklerin geç gelmesi insanları kesinlikle rahatsız edemez, hatta ikramlar bitince acaba yemeği nasıl yerim endişesi baş gösterebilir. Geç gelsin de acıkalım moduna girebilirsiniz. Tam da benim gibi sabırsızlara göre aslında. İkram olarak keşkek, --- evet ya yanlış duymadınız bildiğiniz kuzu etli keşkek, ana yemek bu-- salata, cevizli tulum loru, sucuk -- yaa ama nasıl sucuk bak canım çekti-- çiğ köfte, güveçte peynirli mantar, tereyağı ve tabi ki muhteşem lavaş ekmeği geliyor.















Biz buraya geldiğimizde bu blog'da yer alması gerektiğinden emindik ve hepimiz farklı tatlar denedik. Bir kere pidesi ortalamanın üzerinde, ben, favorim olan kaşarlı kuşbaşılıyı denedim. Pidesi çıtır ve etleri pişmişti, kaşkuşlunun tek hatası pide fırınını cayır cayır yakıp kuşbaşını çiğ bırakmak olurdu, işte burada o hatayı yapmamışlar. On üzerinden sekiz buçuk veriyorum, buçuğu pideyi özlememe verin lütfen, böyle durumlarda ne yazdığımı bilemiyorum.



















İskenderi kıymadan(bizim bey et döner sever burun kıvırdı) ama benim favorim bu gerçekten de. Dönerin içinde eti ve yağı ayrı ayrı görmeye tahammülüm yok, olacaksa böyle olmalı iskender. Zevk meselesi.




















Küçük birader Engin kuzu şiş dedi, ete kömürün tadı sinince o ağır kokusu kayboluyor, lokum kıvamında, ben bile denedim. Şimdi ne biçim gittimyedim yazarısın diyeceksiniz, etin yağını yemez, kuzu eti sevmez. Ama sizin için yaptıklarımı küçümsemeyin lütfen sadece koklamakla kalmadım kuzu eti tattım değerli lezzetseverler.
























Bunun sonunda bir de tatlı yemek lazımdı tabi yer kalsaydı, haydi beni geçin gerçek bir obur olan beyimin annesinin evine yürümeye mecali kalmadı desem abartmış olmam herhalde. Burada kahvelerimizi yudumlarken tek düşüncemiz eve gidip uyumak iken üç saat İzmir yolunda direksiyon sallama mecburiyeti bizi derin düşüncelere daldırdı.

Gelelim fiyat-kalite olayına. Kişi başı onsekiz gibi bir fiyat ödedik, tabi bu Uşak için oldukça yüksek bir meblağ, ben ise İzmir'deki tikky kebapçılardan doymadan kalktığım günlerin hatırına helal olsun diyorum.

2 Nis 2010

Fisho {Forum Bornova - İzmir}

Bir balıkçıya gitmek pahalı bir akşam yemeği için düşünülür(dü) genelde. Öğle yemeğinde balıkçıya gidip uygun fiyata ve çabuk balık yemek Fisho'dan sonra mümkün oldu diyebilirim. En azından bu civarda başka da alternatifi yok gibi. Forum Bornova'dakinden bahsedeceğim. İzmir'i pek bilmeyenler için en basit tarifi vereyim, metroya binin Bornova durağında inin, hastane tarafından çıkın ve etrafta birilerine sorun. Biraz yürümeniz gerekecek veya taksiye binebilirsiniz. Bir de Forum servisleri var sanırım metroya uğrayan.

Gelelim Fisho'ya. Balıktan neler yapıyorlar inanamazsınız! Fisho'yu yazmak için sıraya koymuştum, bir ara fotoğrafını çekerim nasıl olsa diye bekliyordum. Ta ki öğlenleri sürekli gidip geldiğimiz için bizi tanıyan ve tek tek tüm müşterileri ile ilgilenmeyi ihmal etmeyen mekanın işletmecisiyle, yeni satmaya başladıkları Himalaya tuzunu konuşana kadar. Neyse konumuz Himalaya tuzu değil. Bir ara onu da anlatırım ;) Burada orta halli bir Franchise mekandan beklenmeyecek kadar ilgili olduklarını söyleyebilirim. Tuz muhabbetimiz esnasında beklediğimiz için soğuyan çorbalarımızı değiştirdiler mesela. Self servis olmasına rağmen sırada fazla beklemenize müsaade etmiyorlar ve ödemeyi yaptıktan sonra yemeğiniz hala mikrodalgadaysa, siz oturun biz getirelim diyorlar. Yemek sonrası çay ikramı da var. Bir özen, bir ihtimam sormayın. E artık yazmanın zamanı geldi diye düşündüm ve alelacele cep telefonumla birkaç fotoğraf çektim.

Çorba demiştim değil mi, mükemmel bir balık çorbası yapıyorlar, yaz kış içiyoruz; kırlangıç balığından ve tam olması gerektiği gibi. Öğlen vakti taze midye dolması çıkıyor; kocaman, İzmir usulü.


İlk girişte soğuk salatalar/mezeler görüyorsunuz; bunlar arasında marine levrek üzerine tanımıyorum. Enginar ve diğer deniz mahsülü salataları da güzel, ancak bunların fiyatlarında bir dengesizlik var; bir tabağa bir çeşit deniz mahsülü ile birkaç çeşit sebze aldığınızda, neredeyse bir tabak balık yemeğine eşdeğer para ödüyorsunuz. Bu mezeleri küçük tabaklarda ve yarım porsiyon da almak mümkün. Yakın zamanda menü de satmaya başladılar, bir tabak balık yanında küçük salata ve içecekle daha uygun fiyata almak mümkün. Ben genelde yemeğin yanında içecek almıyorum, o yüzden bana hitap etmiyor ayrıca menü yanında verdikleri küçük salata çok sıradan. Yine de salata sosu olarak balsamik ve nar ekşisi de bulundurmaları on numara...

Her zaman her yemeği bulamıyorsunuz, daha çok sevilenleri daha çok yapıyorlar sanki. Levrek, çipura gibi çok favori balıkların dışında akya ve dil balığı şiş, balık kokoreç, balık köftesi, güveçte balık gibi enteresan tatlar var. İşte benim favorim; deniz mahsüllü Paella, (paeya diye okunuyor) yani ispanyol pilavı, aşağıdaki gibi bir şey, önünden geçtiğimde görürsem dayanamıyorum. Bunu biliyorlar galiba (!), eskiden daha az yapıyorlardı şimdi daha sık rastlıyorum. Burada sadece bir kere yediğim bir şeyi beğenmemiştim, o da hamsili pilavdı ve çiğ gibiydi. Bir daha da yapmadılar zaten, nabzı iyi tutuyorlar yani. Eğer okurlarsa buradan bir isteğim olacak, madem deniz mahsüllü pilav yapıyorsunuz deniz mahsüllü makarna da yapın bari!


Genelde yemek üstüne tatlı yiyemem ama bir keresinde ortaya söylemiştik, tahini eritip cevizli bir tatlı yapıyorlar. Balık üstüne iyi giden bir şey.

Benden size tüyo, porsiyonların büyüklüğünü gördünüz, az çorba ve az yemek opsiyonunu kullanırsanız daha da uygun fiyata fena da doymuyorsunuz hani.

Bu arada yeni uygulamaları enteresan, içinde çatal, bıçak, kolonyalı mendil ve tuz ekürisinin bulunduğu servis poşetinin içine ekstradan el temizleme jeli eklemişler. Belki yakında başka yerlerde de görürüz, ben ilk defa burada gördüm.

Sonuç: gidin, alışveriş yapın, acıkın, yiyin!

30 Mar 2010

Hanedan {Çeşme - İzmir}

Kahvaltı mekanlarından başlamışken öyle devam edeyim istedim. Bu seferki oldukça da meşhur bir yer. Mehmet Yaşin'in Yol Üstü Lezzet Durakları'nda uğradığı ve zeytinyağlı enginar yediği bir mekan. Böyle meşhur olunca da zaman geçtikçe bir şeyler bozuluyor. Durun baştan anlatayım.

İzmir'den Çeşme'ye eski yoldan giderken veya otobanın Zeytinler ayrımından eski yola girip Çeşme tarafına döndüğünüzde, Uzunkuyu mevkiinde sağlı sollu mekanlar görürsünüz. Bunlar pazar sabahları serpme kahvaltı verirler, akşama da ızgara et spesiyallerini severek yiyebilirsiniz. İşte baharın yaklaştığı, Mart'ın da kapıdan baktırmadığı şu günlerde Çeşme'de geçireceğimiz ortalama on sekiz santigrad derece bir haftasonunu fırsat bildik, geçen senelerde de yaptığımız gibi kahvaltıya Hanedan'a gidelim dedik.


Bir kere mekan oldukça büyük, zaten hep büyüktü ama sanki bana çocuk parkının yanına yeni masalar eklenmiş gibi geldi, ne de olsa bir senedir gitmiyorum, hatırlamamam normal. Bu mekanın pek bilindik bir işletmecisi vardır, bilindik ama ben ismini bilmiyorum :) Kendisi de sürekli koşuşturup diğer elemanlarla birlikte servis yapar, bir de gelen geçenin hatırını sorar, sıcakkanlı birisi. Yine çok kalabalıktı, bir koşuşturmadır gidiyordu, park yeri zar zor bulup bir masaya kendimizi attık. Bu arada, çocuk parkının gürültüsünden uzak kalmak için de mekanın terası diyebileceğimiz yerde çıkış kapısının hemen yanındaki masayı gözümüze kestirdik. Giriş kapısına yakın olursa servis iyi olur aklımızca...

Bu yazının sonuç cümlesini buraya unutmadan yazayım sonra gerekirse tekrar yazarım. Bu mekana açsanız gitmeyin! Mesela İstanbul'dan Çeşme'ye akan ünlü simaları görmek istiyorsanız veya onlardan biriyseniz önceden kahvaltınızı edip gelirseniz, burada doğanın ve çocuk cıvıltısının (!) tadını çıkarabilirsiniz. Bizim, kahvaltımız için sipariş verebilmemiz yirmi dakika, siparişlerin gelmesi ise artı on dakika sürdü. Bu karmaşada yumurta veya börek gibi sıcak bir şeyler istemeyi aklımızdan bile geçirmedik tabi. Oysa ki giderken, şu daha önce yiyip de doyamadığımız sucuklardan da isteriz diye düşünüyorduk. Sipariş verirken aklımızdan geçen ise masada önceden oturanlardan kalan ekmek sepetini almasalardı keşke idi. İşte serpme kahvaltımız:


Şimdi, servisi bu kadar kötülemişken aslında belirtmem gerekir ki elemanlar hakikaten boş durmuyorlar, sürekli koşuşturuyorlar. Ama bizim masaya bakan elemanın, yan masada siparişleri geç geldi diye söylenen müşteriye söyledikleri aslında herşeyi özetliyordu, "Pazar günü olduğundan yetişemiyoruz." Belli ki insanlar buraya pazar günleri kahvaltıya gelecek, belli ki bu kadar masanın hepsi pazar günü dolacak, belli ki. Neyse...

Serpme kahvaltıya gelmişken, burada iyi bir şeyler yazmak istiyorum :) Çok fazla çeşit olmasa da porsiyonlar büyük, açlıktan ölmek üzereyken hepsini sildik süpürdük tabi. Balon lavaş sıcak ve lezzetliydi, bal kaymakla süper üçlü. Sonuç cümlesini de yerine yazayım da bitsin, açsanız bu mekana pazar günü gitmeyin, diğer günleri bilemiyorum, yorum yapmayayım.
GittimYedim.Com, çok yazarlı, sosyal bir yemek girişimidir. Bu sitede gezdiğimizi gördüğümüzü değil, yediğimizi içtiğimizi anlatırız.

copirayt mopirayt: Bir takım şuursuz oburlar