Bir sinema meraklısı olarak, küçüklüğümden beri, şarabı filmlerde görerek tanıdım. Filmlerde gördüğüm şarap, oldukça aristokrat ve içenlerin şekilden şekile girdiği bir içkiydi. Önce şarap gözlerle süzülür, anlamsız hareketlerle sallanır, gözler kapatılıp koklanır ve ufacık bir yudum alınarak ağızda yuvarlanır da yuvarlanırdı... Bu yüzden, kendimi birçok kez'' Yahu, iç de gitsin işte, koca koca biftekler tabağında ağzının içine bakıyor sen hala şaraptasın'' diye bir serzeniş içinde bulmuşluğum vardır.
Şarabın tadıyla tanıştığımda da lise yıllarında ve tek seferde 8-9 dürüm kebap yemeğe çalışan bir ergendim. Tadı nasıldır acaba diye arkadaş ortamında aldığımız ucuz bir şişe şarabın direkt mideme inmesiyle ile çok da iyi bir başlangıç yapamadık şarapla... Kısacası herhangi bir kebapla şarabın ağız tadımda bir araya gelmesi imkansız gibi bir şeydi ilk dönemlerde.
Zaman içerisinde yemek zevkimi her geçen gün arttırak midemi şenlendirmeye devam etsem de, şarap ile ilişkimiz hep mesafeli oldu. Şimdi görüyorum ki, bu dönem içerisinde de ağız tadım hep eksik kalmış...
Bir süre sonra meyveli şaraplar hayatıma girdi. ''Şaraptan anlamak'' terimi ile daha tanışmamış biri olarak, meyveli şaraplar resmen beni tavlamıştı. ''Şarabın meyvelisini seviyorsam, normal şaraplara bir şans daha vermeliyim sanırım'' düşünce balonuyla gezdiğim bu dönemde, yardımıma Kayra Wine Center'da katıldığım bir Şarap-Peynir tadımı koştu:) Özellikle farklı tulum peynirlerinin beyaz şarapla efsane uyumunu damağımda hissettikten sonra geri dönüşü zor bir yola girdiğimi fark ettim! Ve bu yolun sonunda da durağım, Levent'teki Köşebaşı Restoran'da, güzel bir tulum peyniri ve Buzbağ Beyaz ile açtığım güzel bir akşam yemeği oldu...
Buzbağ Şarapları'nın ''Efsane Gurmelerini Arıyor'' yarışması çerçevesinde dahil olduğum bu güzel akşam yemeği, Kayra Wine Center müdürü Cüneyt Uygur'un konuşması ile bir nevi geniş bir aile yemeği havasında başladı.
Geceye katılan herkes kendini ve şarapla hikayesini anlatırken, ben, kendimi tulum peyniri ve Buzbağ Beyaz'a kaptırmıştım bile. Tulumla bir araya geldiğinde asiditesi iyice ortadan kalkan ve peyniri yemenizin ardından ağzınızda muhteşem bir tat bırakan Buzbağ Beyaz - Emir Narince, alıştıktan sonra vazgeçemeyeceğiniz bir şarap...
Cüneyt Bey'in akıcı ve eğlenceli anlatımı ile şarap ve kültürü ile biraz daha yakınlaşırken, masamıza Gavurdağı salatası ve çiğ köfteler gelmeye başladı. Şarabın yoğunluğuna nasıl bakılacağını ve içindeki aromaları nasıl hissedeceğimizi öğrendikten sonra da, ilk testlerimizi de çiğ köfte ve Abugannuş üzerinde yaptık. İçeriğini közlenmiş patlıcanın oluşturduğu Abugannuş, Buzbağ Klasik ile aradığım tadı yakalayamasa da Buzbağ Elazığ Öküzgözü ile bana değişik bir deneyim yaşatmayı başardı...
Gecenin esas beklediğim anı ise farklı kebapların ve çöp şişin ve masaya gelmesi ile başladı. Bu noktada açık olmam gerekirse Köşebaşı Restoran'da beklediğim ya da alıştığım tadı bulamadım. Ama ana fikrimiz şarap olduğu için yemeklere tek başına değinmek yerine şaraplarla ahenginden gitmeyi tercih edeceğim...
Yıllarca şalgamın ve ayranın eşliğinde mideye indirdiğim kebaplar ve şişler Diyarbakır Boğazkere ve Elazığ Öküzgözü ile gerçekten farklı bir tada büründü ve damağımda farklı bir his bıraktı. Aslında bu efsane tatların efsane tamamlayıcısı Buzbağ Rezerv olmalıydı ama Buzbağ Rezerv'in yüksek asiditesi ve ağzı buran yapısıyla bir türlü anlaşamadık...
Gecenin sonlarına doğru Buzbağ şarapları ile koyulaşan muhabbet hem kafalarımızda hem de ağzımızda çok hoş tat bir tat bırakmıştı. Yıllar sonra şarapla aramdaki mesafe azalmış ve ağız tadımda yıllardır hissettiğim bir eksiklik kapanmıştı...
Ve şunu gördüm ki, şarap aslında içerken kasılması gereken değil rahat olunması gereken ve damak tadı sınırlarını yıkan bir içkiymiş... Daha doğrusu bir ahenkmiş...
Artık yeni mottom belli, ‘’ Usta; bana bir Adana, bir kadeh de şarap!’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder